Abes kaçmak (söz) : Söylenilen sözün ortama, konuya uygun olmaması. “İş toplantısında akşamki maçtan bahsetmesi abes kaçtı.”
Acı söz: İnsanın gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz. “Bu acı sözlerine kim katlanır sanıyorsun?”
Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak.”Yıllardır içinde sakladığı sırrı mahkemede açığa vurdu.”
Açığını bulmak: Herhangi bir işteki eksiği, hileyi veya zararı ortaya çıkarmak. “Hemen her yazısında bir açığını bulmak mümkün.”
Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak. “Bu kadar kesin konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi düşünebilme fırsatları olsun.”
Bağlandığı yerde otlamak : Yerinde saymak, hiçbir ilerleme göstermemek.
Bahtı açık: İşleri yolunda giden; talihi açık, şansı açık, kısmeti açık.
Baklayı ağzından çıkarmak: Gizli tuttuğu şeyleri açıklamak, söyleyemediği şeyleri sabrı tükenince söylemek.
Baldın çıplak: 1. İşsiz güçsüz (kimse). 2. Serseri.
Baltayı taşa vurmak : Farkında olmadan karşısındakini rahatsız ede cek, kızdıracak söz söylemek.
Bam teline basmak (dokunmak) (birinin) : Bir kimseyi duyarlı oldu ğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, davranışta bulunmak.
Bana mısın dememek : Zorlu bir işe, etkene vb’ye dayanmak, bunlar dan hiç etkilenmemek.
Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği yere uğursuzluk götürmek; çok şanssız olmak.
Başı dumanlı: 1. (Dağ için) Tepesini, doruğunu sis bürümüş. 2. İçkiden sarhoş olan ya da sevgi nedeniyle kendinden geçen (kimse); kafası dumanlı. 3. Açık seçik düşünebilecek, karar verebilecek, durum da olmayan (kimse).
Başı göğe ermek (değmek) : Beklenmedik bir anda büyük bir mutluluğa kavuşmak; bundan ötürü çok böbürlenmek. (Kimi zaman alay yolu kullanılır.)
Başı kazan gibi olmak : 1. Gürüjtü, vb’den çok rahatsız olmak. 2. Çalışmak vb’den dolayı zihinsel yorgunluk duymak; kafası kazan gibi olmak.
Başımla beraber : Memnuniyetle, seve seve, hiç rahatsız olmaksızın.
Başına bela etmek (birini, bir şeyi) : Onu kendisine sıkıntı verecek bir durumu getirmek; o şeyin kendisini tedirgin edecek duruma gel mesine neden olmak.
Başına bela kesilmek : Bir kimse ya da şey, sıkıntı verecek, dert olacak duruma gelmek.
Başına bela olmak : Bir şey ya da kimse sıkıntı verir duruma gelmek.
Başına bela sarmak : Birisine bir şeyi musallat etmek, o şeyin onu rahatsız etmesine yol açmak.
Başına belayı satın almak : Rahatsız edici, üzücü olduğu sonradan anlaşılan bir işe kendi isteğiyle girişmiş olmak.
Başına bir şey (bela, hal, İş, kaza vb) gelmek : Kötü bir duruma düşmek, istenmeyen bir durumla karşılaşmak.
Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş yapmak. “Caka satmayı bırak da işine bak.”
Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş yapmak. “Caka satmayı bırak da işine bak.”
Can atmak: Çok istemek, çok arzulamak. “Babası ile parka gitmek için can atıyor.”
Can borcunu ödemek: Ölmek. “Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum.”
Cana yakın: Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan. “Ne cana yakın bir insanmış meğer.”
Can baş üstüne: İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır. “Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim.”
Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak. “Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu.”
Can damarı: Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç. “Babam evin can damarıdır.”
Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak. “Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler.”
Can dayanmamak: Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek. “Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?”
Can düşmanı: Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan. “Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı.”
Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek. “Zorla cinleri başıma topladınız.”
Curcunaya çevirmek (döndürmek): Bir yeri kargaşa, şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hâle getirmek. “Çocuklar bir dakikada ortalığı curcunaya çevirdiler.”
Cümbür cemaat: Topluca, hep birden.”Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik.”
Cümle kapısı: Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş kapısı.”Devletin ileri gelenleri konağın cümle kapısı önünde toplandılar.”
Cüret etmek: Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak.”O, hemen herkesin yanında söz söylemeye cüret eden bir yapıya sahipti.”
Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte yakalamak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder